Her toplumun ya da coğrafi bölgenin kendine ait değerleri ve bu değerlere bağlı olarak da yerleşmiş kuralları vardır.
Her toplumun ya da coğrafi bölgenin kendine ait değerleri ve bu değerlere bağlı olarak da yerleşmiş kuralları vardır. Bizim ülkemizde de bu kurallar büyük ölçüde dinimizin belirlediği sınırlarla; bazen yazılı, bazen de görgü kuralları, ahlak kuralları, gelenek, görenek, örf ve âdetlerin getirdiği yazılı olmayan ritüellerle belirlenmiştir.
Modern dünyada artık nesiller arası algılar ve davranış tarzlarıyla ilgili büyük değişimler yaşanırken, bahse konu olan yazılı olmayan kuralların da büyük bir hızla farklılaştığını söyleyebiliriz. Bu noktada neredeyse önünde kimsenin duramadığı, artık hayatın tam anlamıyla merkezinde olan, yaşanan olumlu ya da olumsuz değişimlerin en önemli tetikleyici unsurlarından biri de sosyal medyadır.
İnsanların yaşadıkları hayatın tüm evrelerini, başkalarına göstermek üzerine tasarlanmış olan sosyal medya olgusu, hayatın o kadar içine girmiş ki, artık yaşadığımız dönemi ister istemez “Görsellik Çağı” şeklinde tanımlamaya başladık. Görünmek ya da kendimizi göstermek, var olmak ile eş değer hale gelmiş durumda. Bazı insanların yaşadıklarının her bir aşamasını başkalarına gösterme arzusu o kadar ileri boyutlara varmaya başladı ki, sosyal medyada fotoğraf paylaşmayan, düşüncelerini sosyal medya üzerinden açıklamayan kimseler eleştirilir oldu. Modern dönemde şöyle bir felsefi ifade söylense yeridir: Görülüyorum, biliniyorum, o halde varım.
Sosyal medya mecralarında takipçi sayısını artırabilmek, daha çok görünmek ya da daha çok göstermek için hiç de bizim değerlerimize uygun olmayan paylaşımlar, yaşadığımız dönemin en büyük sorunu gibi duruyor. En küçüğünden en büyüğüne kadar toplumdaki her bir katmanın telefon aracılığı ile sosyal medya bağımlılığı ortada iken, değer yargılarımızın ayakta durması maalesef ki zor gibi görünüyor.
Bu noktada hiç kuşkusuz; en önemli değerlerimizden olan mahremiyet algımız o kadar büyük yara aldı ki, yakın geçmişte mahrem saydığımız bazı şeyler artık mahrem sayılmaz oldu. Şöyle ki; yediğimiz yemeği başkalarının bilmesini önceden ayıp görürken, şimdilerde tüm ayrıntılarıyla resimleyip paylaşmaktan duramaz olduk. Aile içinde önemli değerlerimiz olan karı-koca ya da ebeveyn-evlat ilişkilerini absürt görüntülerle herkese açar hale geldik. Vefat etmiş veya hasta yatağında uygun durumda bulunmayan yakınlarının mahrem olması gereken görüntülerinin üzerine toplumun bize acıması, sanal bir ortam üzerinden ilgi göstermesi, beğenmesi ya da yorum yapması çok ama çok önemli hale geldi. Sevgili Peygamberimiz, “hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde, arşın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf insandan biri de, sağ elinin verdiğini, sol elinin bilmeyeceği kadar sadakayı gizli veren kimsedir” buyurmuştur. (Buhari, Ezan 36, Zekat 16; Müslim, Zekat 91) Bugün maalesef ibadetlerimizde adeta, “herkes bilsin de ne olursa olsun, Allah’ın sevap verip vermemesi önemli değil” anlayışı ile riya farklı boyutlarda yaşanır hale gelmiştir. Özel hayatın gizliliği ilkemiz yara almış, Müslüman kardeşinin hatalarının örtülmesi, sui zandan ve gıybetten kaçınmak, üçüncü şahıslar hakkındaki ithamları araştırmadan yargılamamak gibi temel ahlaki ilkelerimiz zedelenmiştir. Oysaki Hucurat Suresi’nde yüce Rabbimiz bize genel prensipler belirlemiştir: “Size gelen haberleri araştırın. Daima adil olun. İnsanların arasını düzeltin. Asla kimseyle alay etmeyin. Hiç kimseye kötü lakap takmayın. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Zandan sakının. Gıybet yapmayın.” Bu ahlaki prensipleri hayatın tüm evreleri ile kuşatmalıdır. Yanlış her yerde yanlış, doğru ise her yerde doğrudur.